1-SUZUKİ OKULU
Suzuki Metodu’nun Amaçları
Suzuki metodunun ana amacı, çocukların müzik yoluyla bir bütün olarak yetiştirilmesidir. Dr. Suzuki bütün hayatı boyunca çocukların müzikal algılama yolu ile güzelliğin farkına varmalarını ve onların insanlara saygı duymalarını sağlamayı hedeflemiştir. Suzuki’nin felsefesine göre, çocuklar gelişim süreci içerisinde kendine güvenen, inanan, zor şeyleri denemeye kararlı, disiplinli, konsantre olabilen, müzikten her zaman hoşlanan, yetenekli ve müziğe karşı duyarlı bireyler olabileceklerdir. Ancak, bu hedeflerin yanı sıra pek çok Suzuki öğrencisi verilen eğitim sonucunda çok iyi düzeyde profesyonel müzisyenler olmuşlardır.
1. Çocuklara 3 veya 4 yaşlarında başlamak üzere çalgı eğitimi vermek,
2. Sürekli olarak, mümkünse doğumdan itibaren çocuklara müzik dinletmek,
3. Çalgı eğitimine başladıktan sonra nota eğitimine geçmek,
4. Verilen aktiviteleri her gün sürekli olarak tekrarlatmak (Suzuki çocuklara “sadece yemek yediğiniz günler çalışın” diye tavsiyede bulunmuştur),
5. Doğal bir yolla başkaları ile ve başkalarının önünde müzik yapmak,
6. Diğer öğrencilerin derslerini izlemek ve haftada bir kez grup dersi yapmak,
7. Aile işbirliğini sağlamak,
8. Pozitif bir öğrenme ortamı hazırlamak,
9. Çocukların, evlerde küçük, konser salonlarında ise büyük boyutlarda konserler vermelerine olanak sağlamak,
10. Eğitilmiş öğretmenlerin vereceği yüksek standartlarda eğitim sağlamak,
11. Dünyanın dört bir tarafındaki Suzuki öğrencileri ile müzik dili aracılığı ile sosyal bir iletişim kurabilmek.
(www.muzıkegitimcileri.net adresinden alınmıştır.)
2- BELH COĞRAFYA OKULU
İnsan, varoluşundan günümüze doğal-beşeri mekânı anlamaya, resmetmeye ve tasvir etmeye çalışmıştır. Sümerlerden Mısırlılara, Fenikelilerden Yunanlılara giderek zenginleşen coğrafi bilgi birikim süreci, Strabon’la daha da gelişmiştir. Bu birikim üzerine inşa edilen İskenderiye Coğrafya Okulu Batlamyus gibi önemli coğrafyacılar yetiştirmiştir. Müslümanların Mısır’ı fethinden sonra bu okul, İskenderiye’den Antakya’ya nakledilmiştir. Antakya’daki Eskül Okulu’nun kapanmasıyla söz konusu okulun bazı din ve bilim adamları Harran’a gelmiştir. Harran Okulu’nda Yunan, İran ve Hint kültüründen yapılan tercümelerle İslam Dünyası, coğrafyayla yakından ilgilenmeye başlamıştır. Harran Okulu’nun eski önemini yitirmeye başlamasıyla IX. yüzyılın ortalarında Irak’ta tasviri “Irak Coğrafya Okulu” ortaya çıkmıştır. Bu sürecin devamı niteliğindeki Endülüs Coğrafya Okulu ise Belh Coğrafya Okulu’yla aynı zaman diliminde gelişmeye başlamış ve onunla etkileşim içerisinde olmuştur. Her iki okul İslam Bilim Dünyası’nın altın çağına önemli katkılarda bulunmuştur. Irak Coğrafya Okulu’nun ardından X. yüzyılın ilk yarısında günümüzde Afganistan sınırları içerisinde yer alan Belh şehrinde, Belhî (850-934) tarafından bir bölgesel coğrafya okulu kurulmuştur. İslam ülkelerini iklim bölgelerine ayıran Belh ekolü, beşeri coğrafyaya da yeni bir yön vermiş, evrensel beşeri coğrafya anlayışının temellerini atmıştır. Buna ek olarak Belh coğrafyacıları, coğrafî gerçekleri Kur’an ve hadislerdeki kavramlarla açıklamışlardır. Bu okulun ilk temsilcisi Belhî’nin öğrencisi İstahrî (X. yüzyıl) olup, ilk kez İslam ülkelerinin iklim haritalarını çizerek, diğer İslam coğrafyacıları arasında özgün bir konuma sahip olmuştur. Belh Coğrafya Okulu’nun ikinci önemli ismi, İbn Havkal (Ölümü 977), mekânsal bağlamlarla zamansal süreçlerin kendisine özgü bir biçimde ilişkilendirmiştir. Belh Coğrafya Okulu’nun en parlak coğrafyacısı, Makdisî (Ölümü 1000) olup, önceki Belh coğrafyacılarının aksine, yazdıklarının tümünü kendi deneyimlerine dayandırmış ve Alois Sprenger tarafından “yaşamış en büyük coğrafyacı” olarak nitelenmiştir. Belh Coğrafya Okulu, XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan işgaller sonrasında eski önemini yitirmiştir. Avrupalıların Endülüs ve Belh coğrafya okulları aracılığıyla Müslümanlardan edindiği coğrafi birikim, kıta Avrupası’nın gelişmesinde ve Coğrafi Keşiflerin gerçekleşmesinde dolaylı olarak etkili olmuştur. Böylesi önemli özelliklere sahip bir okulun yeniden hatırlanması ve bu okulun deneyimlerinden yararlanarak geleceğe ışık tutacak çalışmalar yapılması temennimizdir.
(http://www.turkishstudies.net adresinden alınmıştır.)
3- İSKENDERİYE COĞRAFYA OKULU
- Roma siyasal otoritesi gibi Bizans siyasal otoritesi de filozofların oluşturduğu yıkıcı potansiyel konusunda daima dikkatli davranmıştır.
- Felsefe öğretimini kontrol altına almak için önce Atina’da doğrudan imparator tarafından finanse edilen kürsüler oluşturulur. Sonra da Beyrut, Atina ve İskenderiye gibi antikçağın retorik, hukuk ve felsefe alanlarındaki eğitim merkezlerini zayıflatmak amacıyla, İmparator II. Theodosius tarafından (401-450), 425 yılında Konstantinopolis Üniversitesi olarak bilinen kurum yaratılır.
- Atina ve İskenderiye 5.-6. yüzyıllar arasında didaktik ve felsefi araştırma merkezleri olarak itibarlarını korumayı başarırlar.
- Zıt bir felsefi amaca sahip olmalarına ilaveten siyasi ve dini meseleler karşısında sergiledikleri tavırlar da farklı olan Atina ve İskenderiye Okulları arasında sürekli olarak öğretmen değiş tokuşu olur.
- Başta Hıristiyanlığa karşı daha az düşmanca tavırlar sergileyen, hatta daha sonra Hıristiyanlığa açıkça destek veren İskenderiye Okulu, siyasal açıdan merkezi iktidara karşı daha temkinli ve uzlaşmacıdır.
- Atina Okulu’nun temsilcileri azimli paganlardır ve Platon’un Devlet’ini örnek alan bir toplumu desteklerler.
- Atina Okulu, Justinyen tarafından 529 yılında bir emirname ile kapatılmış, emirnamede dini, kültürel ve siyasi yönler vurgulanmıştır.
- 7.-12. yüzyıllar arasındaki Orta Bizans Dönemi’nde felsefe ile teoloji arasında gidip gelen bir durum vardır.
- Bir efsaneye göre, Platon Hades’te İsa’nın vaaz ettiklerine ilk inanan kişiydi.
- Ama bu dönemde bile Platon ve Aristo’nun otoritesine açıkça atıfta bulunulduğu ortamlar da az değildi.
- Aristo’ya olan ilgi, 9. yüzyılda yaşanan ilk Bizans hümanizmi döneminde de devam etti.
- Hem Yunan dönemi öncesi Doğu’nun ilmiyle hem de Hıristiyanlığın temel dogmalarıyla fikir birliğinde olan Platon lehine daha önce sergilenmiş olan ilgi vurgulanmış; dünyanın bir başlangıcının olmadığını savunan Aristocu doktrin Hıristiyan dogması ile uzlaştırılamayacağı için kınanmıştır.
- Makedon Rönesansı’ndan (920-1057) itibaren Yeni Platoncu felsefe ile Aristoculuk’un destekçileri arasında tartışmalar yaşanır.
- Farklı eğilimlere rağmen, Bizans teoloji-felsefe alanında ne tamamıyla klasik karşıtı yönelim ne de felsefi-akılcı yönelim baskın olmayı başarır.
- 14. yüzyılda Nicephoros Chumnos ve Theodoros Metochites gibi dönemin ileri gelenleri Aristocu olmuşlardır. Bizans’ta felsefe alanında 15. yüzyılda, Georgios Gemistos Plethon’un Yeni Platoncu okulundan da bahsetmek gerekir.
- 13.-16. yüzyıllarda, Bizans için, en belirleyici olay, Konstantinopolis’te Latin Krallığı’nın kurulmasıdır (1204-1261). Bu dönemde Bizans dünyası Batı’nın skolastik felsefesiyle doğrudan bağlantıya geçer.
- Haçlı işgali, imparatorun prestijini kaybetmesi, Latinler’in başlıca düşman olarak görülmeye başlanmasıyla Helenizm ile yakınlaşmayla doğan yeni bir etik, yeni bir yönetim kuramı olarak Yunan felsefesinin, özellikle de Platonculuk’un dirilişi buradan kaynaklanmıştır. Ancak, düşünsel düzeyde kalan bu hümanist akım, dar entelektüel çevrelerde kalmıştır. Bizans halkının beklentilerini karşılamaktan uzak kalmış, bir teoloji çatışmasına dönüşmüştür. Aziz Aquino’lu Thomas’ın izinde ilerleyen, gerçeğin akıl yoluyla araştırılmasını savunan Calabria’lı keşiş Barlaam’ın görüşü, tefekküre ve çileye çekilerek Tanrı esinine aracıya gerek kalmadan kavuşulacağını ileri sürenler tarafından eleştirilmiştir.
- Güney İtalya’daki Yunan manastırları özellikle 14. yüzyılda Bizans ile İtalyan hümanizmi arasında dindışı gelenek ve dini kültür arasında aracılık rolü üstlenir. Dominikenler, Thomas Aquinas’ın (1221-1274) yazılarını Doğu’da yaymak için ilk çabayı gösterenler olur.
- Aquinas’a duyulan ilgi Aristo üzerine yapılan araştırmaları artırır.
- Teolog Patrik Gennadios Skolarios (1403?-1472), Aquinas’ı Aristo’nun yorumcuları arasında en önemlisi ilan eder.
- Doğu ile Batı Kiliselerinin birleştirilmesi için son bir kez daha gayret gösterilen Floransa Konsili’nin (1438-39) teolojik-felsefi temelleri büyük ölçüde bu etkiden kaynaklanır.
- Patrik Skolarios’un Aristo yanlısı tutumu Bizans dönemi sonrası Ortodoks Kilisesi’nin, Platon öğretileri konusunda çok şüpheci davranan resmi ideolojisinin gelişiminde önemli rol oynamıştır.
- (http://blog.kavrakoglu.com adresinden alınmıştır.)
4-BAĞDAT OKULU
Düşünce tarihinde, onun gelişimine ve ilerlemesine katkıda bulunan bir çok çevre, okul veya guruplar olmuştur. Bu tarihin oluşumunda yer alan okullardan birisi de, onuncu yüzyıl İslam dünyasının başkentini merkez edinen ve bundan dolayı Bağdat Okulu adını alan; temsilcilerinin temel faaliyetlerinin mantık olması sebebiyle de Bağdat Mantık Okulu da denilen ilim çevresidir.Onuncu yüzyıl boyunca etkin olarak faaliyetlerini devam ettiren okul, burada yapılan çalışmaların niceliği ve niteliği itibariyle daha sonraki ilmi faaliyetlere temel oluşturmuş ve onlara yön vermiştir. Orada yetişen Ebu Bişr Metâ, Yahya b.Abdi ve Farabi gibi üç önemli şahsın gayretleri neticesinde büyük başarılara ulaşan bu okul, özellikle Aristo’ nun mantık eserlerinin anlaşılması, yorumlanması ve öğretinin devam ve yayılması konularında büyük paya sahiptir.
(http://www.kitapyurdu.com adresinden alınmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder